1 Temmuz 2019 Pazartesi

The Girl Who Sells İce Cream İn The Space

Saten yatakların üzerinde uzanmış dondurma satıyorum çırılçıplak
Herbiri ayrı evrenlerden insanlar geliyorlar yanıma.
Kimisinin kozmik güçleri var , uçabiliyor,
Kimisi  tanrı Ares kadar haşin ve sert ,
Kiminin tek amacı seyahat etmek ve bilmek farklı dünyaları.
Ben hepsini tanıyorum ve affediyorum .
Çünkü uzayda dondurma satıyorum.

        Sabah gündoğumuyla demir kapı aralandı . Yemek saati gelmiş , içeriden gelen insan sesleri artmaya başlamıştı. Sakince ağzıma bir iki lokma attım aç olmasam da. Aç olmasam da diyorum çünkü burada yemek yemeyenlerin yeri yok  , hastalar burada acımasızca katledilirler. yarım saat sonra zayıf , uzun boylu , esmer tenli bir genç elinde tuttuğu keten iple acele ederek içeri girdi. Kafama bağladığı urganı hafifçe çekerek  , sağlı sollu demir çitleri bulunan ince dar yolda beraber yürümeye başladık.
          İlk kez bu yola geldiğim günü hatırladım. Korkuyla  geriye doğru adım attıkça beni çekiştirmişti o zaman orada çalışan şişman göbekli adam. Ben biraz daha direnmeye çalışmıştım ancak o sırada suratıma kalın urganla o kadar sert vurmuştu ki  , az daha olduğum yere yığılıp kalacaktım. Beni herkes sakinliğimle tanırdı. İlk buraya gelişimde zaten hep söz dinleyip hiçbir zaman aşırılık yapmadığımdandır. Burada itiat etmesseniz olacakları bilseler , her türlü şaklabanlığı yapacak olan yüzlerce tanıdığım vardı. Ama ben seçildim. 
          Yolun sonuna doğru çığlıklar yükselmeye başlamıştı . Yardım dilenenler , yalvaranlar , bağırıp  , çağıranların sesleri iyice duyulmaya baslamisti . Ben o zayıf gencin üzerinden gelen kan kokusuna takılmıştım. Sesler daima duyulurdu kısa bir zaman için ancak kokular , ah o kokular yokmuydu , üzerinize siner , burnunuzdan içeri girerek yıllarca orada kalırlardı. Ve her nefes alışınızda çığlıklar kulaklarınız birer kedi pençesi gibi yırtarak acı çekmenize neden olurdu.
       Aradaki demir kapıyı ittirdi zayıf adam ve büyük salona girdik. Beni görenler bir anda pür dikkat kesildiler ve gözlerime baktılar. Duygunun eseri olmayan gözlerim  , dilime yansıdı. Hadi gelin dedim. Hiçbir umudu olmayanlara umut ışığı verdiğim aynı  kapıdan peşime takılıp uzun yolu takip ettik ve  üzerinde yer yer pas lekeleri olan büyük  gri kapıların önünde durduk . İçeriden sadece makinelerin ve çalışanların bağırışları geliyordu. Önümüzdeki  demir yigini ağır ağır , gürültüyle açıldı ve sakince içeriye adımımı attım. Diğerleride beni takip ettiler. Köşedeki padoktan içeriye girdik hep birlikte . Büyük  kapı  aynı agırligiyla kapanmaya başlarken beni kenardan geçirip kapının aralığından dışarıya aldılar. O sırada görebildiğim tek şey bana nefretle bakan yüzlerce göz olmuştu ve kasaplar bıçaklarını sallarken sırayla taze kan kokusu dolmaya başladı bütün mezbahaya. Benim adım Sibel namı diğer Zilli Sibel. Kasaplar bu adı koydular bana. Buradaki görevimse içgüdüleri gereği hep bir anacın peşine takılan kuzuları padoklardan kesim bölmelerine sorunsuzca getirmek. Bunu niye mi yapıyorum? Yapıyorum çünkü hayatta kalmaya çalışıyorum. Seçeneğim olmayan bir dünyada tıpkı kronos gibi yavrularımı öldürüyorum yaşamak için.