8 Kasım 2019 Cuma

BALIK

Kara bir gölde , beyaz bir balık.
Balık ki midesi altın , elmas , zümrüt dolu.
Terkedilmiş dünyanın bütün malını,mülkünü taşıyor içerisinde
Tüm ağırlığına rağmen.
Balık yalnız , balık üzgün , balık küskün.
Tanrıya küskün , Tanrının adını unuttugu
Hatırlamadığı ve lütuflarindan bir parcanın
Yer almadığı bu kara gölde,
Sonsuz bir azabın içerisinde , sonsuz bir zenginlikle yaşıyor beyaz balık,
Tıpkı tanrı gibi .

Karanlık çağlarda çocuklarımız açlıktan birbirleri yerken düşündüler.
Keşke atalarımız gibi gökyüzüne baktığımızda maviyi görebilseydik.
Keşke ormanlarda , çayırlarda koşturabilseydik .
Keşke adına doğal denilen yemeklerden tadabilseydik.
Keşke var olan her canlı , var olarak kalabilseydi.
Keşke gösterebilseydik dağılmış , yangın olmuş dünyanın onlar yüzünden bu hale geldigini.
Ve doğmuş olmayı istemedik biz.

25 Ekim 2019 Cuma

İMMİGRANT

Kunduz dağlarından gelen rüzgarlar getirdi mi acaba Hediye'nin kokusunu
Beş bin kilometre ötede , baba diye ağlayan Hediye'nin
Hediye ağlar , anası ağlar , Muhammed içine atar. Ağlamaz ama keşke ağlasa.
Ağlasa da dertler birer birer dökülse vücudundan .
Hediye ağlar , anası ağlar , Muhammed'in içi kan ağlar.

Can ne para ister , ne mal ister.
Can sarılmak meyvesine ,
Gölgesinde yatmak ister ağacının.
Yeter ki kendi açlık çeksin , sefillik çeksin,
Uzaklardakiler , özlenenlerin karnı doysun ister.
Can kavuşmak ister, kader ayırmak.

Afganistan'dan yalın ayak , aç ve sefil
Yolcular , yoldaşlar , ölen yoldaşlar .
Yoldaşlık bu bir dilim ekmeği bölüşmek
Bitmeyen yollar aşmak
Sınır sınır , ülke ülke varılacak son bilinmeden.
Yabancı olmak , farklı olmak her yerde
Ölüm koksada açlık koksada memleket
Memleket işte.
Geride kalanlar için yol gerek ,
Yoluda yürümek gerek.

Haber geldi ,
Kafası iki elinin arasında,
Olduğu yere çöktü Mehmet.
Haber geldi,
Kesildi bacakları dizlerinden,
Bağlandı dili.
Gözyaşlarını tutamadı ,
Aktı damarları kesilmiş gibi.
Dağ gibi adam ufaldı, ufaldı
Bir çocuk misali.
Ölüm bu Allah'ın emri,
Ölüm bu görmeden sevdiğini,
Haberi geldi.
Yarın gömeceklermiş,
Yetişip göremeden ,
Bir kere tutamadan elini,
Toprağın koynuna vereceklermiş.
Başını eğip baktı yere ,
Gözyaşlarıyla ıslanan ,
Bu kepir toprak alacaktı ,
Vermeyecekti bir daha.
Haber geldi ,
Uzaklar daha uzak ,
Ulaşılamaz , varılamaz oldu.
İçinde sonsuz pişmanlık ,
Bu el diyarı bir cehennem ,
Dipsiz bir girdap gibi
Bütün ruhunu aldı.






1 Temmuz 2019 Pazartesi

The Girl Who Sells İce Cream İn The Space

Saten yatakların üzerinde uzanmış dondurma satıyorum çırılçıplak
Herbiri ayrı evrenlerden insanlar geliyorlar yanıma.
Kimisinin kozmik güçleri var , uçabiliyor,
Kimisi  tanrı Ares kadar haşin ve sert ,
Kiminin tek amacı seyahat etmek ve bilmek farklı dünyaları.
Ben hepsini tanıyorum ve affediyorum .
Çünkü uzayda dondurma satıyorum.

        Sabah gündoğumuyla demir kapı aralandı . Yemek saati gelmiş , içeriden gelen insan sesleri artmaya başlamıştı. Sakince ağzıma bir iki lokma attım aç olmasam da. Aç olmasam da diyorum çünkü burada yemek yemeyenlerin yeri yok  , hastalar burada acımasızca katledilirler. yarım saat sonra zayıf , uzun boylu , esmer tenli bir genç elinde tuttuğu keten iple acele ederek içeri girdi. Kafama bağladığı urganı hafifçe çekerek  , sağlı sollu demir çitleri bulunan ince dar yolda beraber yürümeye başladık.
          İlk kez bu yola geldiğim günü hatırladım. Korkuyla  geriye doğru adım attıkça beni çekiştirmişti o zaman orada çalışan şişman göbekli adam. Ben biraz daha direnmeye çalışmıştım ancak o sırada suratıma kalın urganla o kadar sert vurmuştu ki  , az daha olduğum yere yığılıp kalacaktım. Beni herkes sakinliğimle tanırdı. İlk buraya gelişimde zaten hep söz dinleyip hiçbir zaman aşırılık yapmadığımdandır. Burada itiat etmesseniz olacakları bilseler , her türlü şaklabanlığı yapacak olan yüzlerce tanıdığım vardı. Ama ben seçildim. 
          Yolun sonuna doğru çığlıklar yükselmeye başlamıştı . Yardım dilenenler , yalvaranlar , bağırıp  , çağıranların sesleri iyice duyulmaya baslamisti . Ben o zayıf gencin üzerinden gelen kan kokusuna takılmıştım. Sesler daima duyulurdu kısa bir zaman için ancak kokular , ah o kokular yokmuydu , üzerinize siner , burnunuzdan içeri girerek yıllarca orada kalırlardı. Ve her nefes alışınızda çığlıklar kulaklarınız birer kedi pençesi gibi yırtarak acı çekmenize neden olurdu.
       Aradaki demir kapıyı ittirdi zayıf adam ve büyük salona girdik. Beni görenler bir anda pür dikkat kesildiler ve gözlerime baktılar. Duygunun eseri olmayan gözlerim  , dilime yansıdı. Hadi gelin dedim. Hiçbir umudu olmayanlara umut ışığı verdiğim aynı  kapıdan peşime takılıp uzun yolu takip ettik ve  üzerinde yer yer pas lekeleri olan büyük  gri kapıların önünde durduk . İçeriden sadece makinelerin ve çalışanların bağırışları geliyordu. Önümüzdeki  demir yigini ağır ağır , gürültüyle açıldı ve sakince içeriye adımımı attım. Diğerleride beni takip ettiler. Köşedeki padoktan içeriye girdik hep birlikte . Büyük  kapı  aynı agırligiyla kapanmaya başlarken beni kenardan geçirip kapının aralığından dışarıya aldılar. O sırada görebildiğim tek şey bana nefretle bakan yüzlerce göz olmuştu ve kasaplar bıçaklarını sallarken sırayla taze kan kokusu dolmaya başladı bütün mezbahaya. Benim adım Sibel namı diğer Zilli Sibel. Kasaplar bu adı koydular bana. Buradaki görevimse içgüdüleri gereği hep bir anacın peşine takılan kuzuları padoklardan kesim bölmelerine sorunsuzca getirmek. Bunu niye mi yapıyorum? Yapıyorum çünkü hayatta kalmaya çalışıyorum. Seçeneğim olmayan bir dünyada tıpkı kronos gibi yavrularımı öldürüyorum yaşamak için.